Tasarımın Nöropsikolojisi

30 Mayıs 2018 Çarşamba 09:12
3033
Okunma
1
Beğenme

TASARIMIN NÖROPSİKOLOJİSİ

Tasarımcının Zihni

“Ey grafik tasarımcı. Tasarımlarını beğenmediklerinde o kadar da dertlenmeyin. Her daim öznel olan bir şeyden bahsediyoruz. Van Gogh da eserlerini yaşarken satamıyordu.”

“Sizden biraz daha yaratıcı olmanızı bekliyoruz. Mesela logoyu biraz büyüterek başlayalım. Hem tüm sayfaya para ödüyoruz. Şu beyaz alanları niye doldurmuyoruz? Bir de aklıma geldi, bunun kırmızısını deneyelim.”

Bir grafik tasarımcının dramı ya da sıradan şu an bile bir yerlerde yaşanması muhtemel bir diyalogla giriş yaptık. Bundan sonra da bu tür diyaloglar yaşanmaya devam edecek kuşkusuz. Grafik tasarımcılardan her daim beklenendir yaratıcı olmaları. İş görüşmelerinde bile bunu sorarlar: Ne kadar yaratıcısınız? Cevap vermesi en zor sorulardan biridir sanırız. “Hayatın anlamı ne?” gibi bir soru. İlk önce afallayıp kalırsın, sonra dilin döndüğünce bir şeyler eveler gevelersin. Yaratıcı olduğunuzu anlatırsın, sonra insanın içinden şöyle bir duygu geçer: “İnşallah öyleyimdir.” Şimdi şöyle bir şey yapalım. Az biraz yaratıcılık olgusuna eğilelim, ardından bir grafik tasarımcının zihnine bakalım. Bu bize yaratıcılığın nasıl gelişeceğini gösteren bir ipucu olabilir belki.

Bir kere yaratıcılığı tanımlamaya çalışmak o kadar doğru bir şey mi tam olarak emin değiliz. Bu çabanın kendisi yaratıcılığın esin kaynaklarını öldürebilir. Bir anekdot anlatalım, felsefeci Franz Schoenberner, “Bir Avrupa’lı Aydının İtirafları” adlı kitabında yazmış: “Kırkayağa hangi ayağı ile yürümeye başladığını sorduklarında. felç olmuş!” O halde “felç olmadan” tartışmayı biz de kısa geçip, sürece bakalım. Reklamcılık tarihinin yaratıcı dehalarından Leo Burnett’in yaratıcılığa bakışı, onun bildiğimiz iki şeyi bilmediğimiz bir şekilde birbirine bağlamak olduğuna dair. Yaratıcılık da keşke bu cümle kadar basit olsaydı. Ama değil.

Dünyanın tanımlanması en zor kavramlarından birinden bahsediyoruz. O nedenle hakkında binlerce tanım var ve hiçbirinin üzerinde tam olarak bir uzlaşma sağlanmış değil. Herkesin kendi yaratıcılık tanımı var. Bir anlamda şöyle bir durum söz konusu: “Yaratıcılık sen ne düşünüyorsan o.” Tespit etmemiz gereken bir durum var. Aklın düşünebildiği her şey hayal sınırlarımız içindedir. Gerçekleştirilebilirdir. Aslında zihnimizde gerçekleştirebildiğimizi, ellerimizle de tutabiliriz. Çünkü artık somutlaşmıştır. Bundan hareketle ben de bir size bir yaratıcılık tanımı yapmaya çalışacağım: İster esinlenin, ister hayal kurun ya da sadece düşünün. Kaynağı ne olursa olsun, fikirlerinizi somutlaştırdığınızda yaratıcılığa giden yolda gerekli adımları atmış olursunuz. Ama önemli olan her şey zihnimizde olur. Dolayısıyla yaratıcılık dehlizlerine ulaştıracak zihnimize bakmamız gerekiyor.

Bir kere sadece yaratıcı endüstriler içinde çalışan grafik tasarımcılar değil, herkes az biraz yaratıcıdır. Bunun en basit kanıtını söyleyelim. Yunan filozofu Heraklit’in “Her gün yeni bir güneş doğar” sözlerini duymuşsunuzdur. Aynen onun söylediği gibi, tüm insanlar kendilerini yeni kelimeler, yeni cümleler, yeni tarzlarla ifade edebilme yetisine sahip. Belki çok azımız Rodin gibi heykeller yapabiliyor ama her birimiz en az onun Düşünen Adam’ı gibi düşünebiliyoruz. Belki Dali gibi resim de yapamıyor olabiliriz, ama dünyayı görüntülerle anlamlandırabiliyoruz. Haydn ya da Chopin gibi operalar da yazamıyor olabiliriz ama çok kanaldan müzikleri dinleyip, dinlediğimiz müziklerle çeşitli ruh durumlarına girebiliyoruz. Her şey sahip olduğumuz zihinsel kapasiteyle ölçülebilir ancak. Bunu da süreç içinde geliştiriyoruz. Kültürleniyoruz aslında. Michelangelo ya da Shakespeare de öyle yaptı. İlkinin babası taşçı, ikincininki de orta sınıf bir tüccardı. Evet, yaratıcılığın kaynağı beyin. Bunu yapılan pek çok çalışma gösteriyor. O zaman zihnin nasıl çalıştığına bakmak gerekiyor biraz.

Grafik tasarımcı ve yaratıcılık ilişkisinde çok disiplinli bir bakış açısı gerekli. Arayış öyle çünkü. Antropoloji, sosyoloji, psikoloji, iletişim ya da nöropsikoloji ve daha nice disiplinin tasarım disiplininin gelişmesinde katkısı var. Bunlardan nöropsikoloji özel bir yerde. Son yıllarda yaratıcılık disiplini üzerinde sıkça nöropsikolojik yaklaşımlar görüyoruz. Bunların en önemlilerinden Psikiyatrist Dr. Nancy Andreasen’in yazdığı “The Creating Brain”, yani Beyin Yaratmak adlı kitapta, yaratıcılık ile zekâ farklı kavramsallıklar. Yaratıcı olmanın kuralı materyallere beklentilerin dışında bir hayat vermek. İşte bu noktada yaratıcı fikir bulma süreci, bir izolasyon içerisinde gerçekleşmiyor. Grafik tasarımcının yaşadığı çevre, bu çerçevede toplumsal gözlem ve etkileşimleri, temelde de kültürel bilgi birikimi, söz konusu yaratım sürecinde belirleyici oluyor.

Peki, grafik tasarımcının yaratım süreci nasıl gerçekleşiyor, yani yaratıcılık nasıl meydana geliyor? Bir kere bu nöropsikoloji açısından beynin bilinçsizce çalışmasını sonucunda meydana geliyor. Dr. Andreasen’e göre bu bir tür kaos teorisi aslında. İlk önce ortalarda dolaşan düzensiz fikirler var. Tasarımcı amaçlarına uygun olarak bu düzensizleri topluyor ve belli bir mantık içinde düzene sokuyor. Bu çoğunlukla tasarımcının bilincinin dışında gerçekleşiyor. Ama onu bu bilinçsizlikte yönlendiren yine birikimleri oluyor. Sonuçta grafik tasarım derken belli kuralları olan bir disiplinden bahsediyoruz.

Renk, tipografi, şekil, yön, denge, ton, kontrast ve diğer tasarım kuralları var. Bir tasarımcı da bu konularda seçim yaparken binlerce alternatifi değerlendirmiyor. Deneyimlerinden hareketle doğru olan fontu, doğru olan rengi, doğru olan eskizi belirliyorlar. Zaten tasarımla ilgili brief’in ortaya koyduğu gerçekler, gereklilikler var. Hedef kitle özellikleri, ürün ya da hizmetin işlevi, duygusu, tasarımın kullanılacağı mecra gereklilikleri hep düşünülerek bir tasarım ortaya çıkıyor. Bu bilgiler, bir grafik tasarımcının beyninin üst katmanında zaten mevcut. Bu katmanın altını dolduran ise onun deneyimleri oluyor. Bir anlamda bir grafik tasarımcının yaratıcılığı aslında yalnızca yaşamın farklı parçalarını yeni ve beklenmedik şekilde bir araya getirmekle oluyor.

Yaratıcı olmanın çok emekle mi gerçekleştiği yoksa ani bir esinlenme sonucu mu olduğu hep tartışılagelmiştir. Aslında bir grafik tasarımcı zihninde yaratıcılık birkaç evrede gerçekleşir. İlk aşama zihinsel yoğunlaşma aşamasıdır. Her tasarım sonuçta çözüm bekleyen bir problemdir. İşte tasarımcı da bu evrede görünürde çözümsüz bir problem üzerinde bilinçli ama sonuçsuz bir şekilde kafa yorar. Bir sonraki evre, kuluçka evresidir. Bu evrede bir tasarımcı dikkatini bilinç düzeyindeki diğer konulara kaydırırken bilinçdışında yeni fikirler oluşmaya başlar.

Takip eden aşama ise uygun bir ortam ve zamanda gelen ani bir “eureka” durumunun ortaya çıkmasıdır. Tasarımcı burada çözüm ışığını görmüştür. Son aşamada ise tasarımcı söz konusu fikri, bilimsel, estetik ve toplumsal kıstaslara göre sınar. Burada artık ekin “meydana getirilmeye” hazırdır. Grafik tasarımın ‘fikir’den oluştuğu malum. Bu nedenle yaratıcı fikir geliştirme, tasarım sürecinin temelini teşkil eder. Görsel tasarımcı başlangıç eskizlerini oluşturduğu sürede “dışavurumcu yaratıcılık”tan faydalanır. Birçok grafik tasarımcı için yaratıcılık bu iki aşamadan ibarettir. Bu arada tasarımcının zihni bu süreçte hep bir baskı durumuyla karşı karşıyadır. Günümüz görsel karmaşasında hedef kitleye etkili bir biçimde ulaşma gerekliliği zaten başlı başına bir baskı durumu. Diğer taraftan bir çalışmanın yaratıcılık açısından üst düzeyde olması gerekliliği, bir anlamda iş süreçlerinin ve toplumsalın baskısı, grafik tasarımcının zihninde “aşırı uyarıcılar” olarak işlev görüyor.

Sonuçta ortaya çıkan yaratıcılığı ölçmek zordur, bunu kabul ediyoruz. Yaratıcılık çeşitli, çoklu, farklı düşünme profilleri içerir. O nedenle bir grafik tasarımcının zihninde düşüncenin bir soruna yönelik farklı bakış açıları ve ayrıksı düşünceleri ortaya koyabilme, esneklik, toplumsal baskılardan etkilenmeme, yaşantılara açıklık gibi yönleri mevcuttur. Yaratıcı bir grafik tasarımcının frontal lob aktivasyonu güçlü olandır ve zamanla daha da güçlenir. Burada ayrıca belirtmek gerekir ki, söz konusu yaratıcılık salt bilişsel işlevlerle sınırlı değildir, grafik tasarımcının mizaç ve duygudurum gibi durumlarından da etkilenir.

Doğuştan ve genlerle getirdiğimiz bir yaratıcılığımızın zaten var olduğu belirtmiştik. Bunun bazı insanlarda daha fazla olabileceğini de söylemiştik. Mesela bir grafik tasarımcıda. Sürekli soyut düşünme yeteneğini geliştiren tasarımcı, hayal gücünü, çağrışım gücünü, zihinsel tasarımlarını geliştiriyor. Beyin sonuçta sabit değil, organik bir yapı. Hatta o bir kas. Sorgulamazsa, düşünmezse, hayal kurmazsa, izlemezse, gezmezse, yazmazsa, beynin yerinde sayacağını görürüz. Bu onun sürekliliğini, yani gelişme kapasitesini gösterir. Zaten öyle de oluyor. Bir grafik tasarımcı için tecrübe bu nedenle de önemli. Tecrübe aynı zamanda yaratıcının sezgilenim yeteneğini geliştirecektir. Neticede sezgi önemli. Bilgi, birikim, araştırma ancak güçlü bir sezgiyle yaratıcılığa döner. Sezginin eyleme dönüşmesi ise şarttır. Sezgiler de bilinçaltından kaynaklanan değer yapılarıdır. Bunun oluşturduğu süreç izlenip eğitilebilir.

Beynin veri deposu genişledikçe, yeni ve denenmemiş yaratıcı çözümler bulma olasılığı da artmış olur. Yaratıcılık durumlarında üstün zekânın ya da mantığın ayrıştırıcı bir rolünden bahsedemeyiz. Yaratıcılık hatta geleneksel mantık kurallarından uzak olandır. Olması gerekendir. Tasarım beyinde gelişen, yaratıcılık ruhta filizlendir. İkisini dengelemediği sürece bir grafik tasarımcı ancak uygulama yapıyor olur. Ünlü Alman tipograf ve tasarımcı Erik Spiekermann’ın sözleriyle yazıya son verelim. Yazıda vurguladığımız pek çok şeyi aydınlatacak beş cümleden bahsediyoruz:

“Lanet olası beyninizi kullanın. Hiç kimse kafasını yeteri kadar yormuyor. Kopyalayıp yapıştırıyorlar. Oysa beyniniz özgür ve hızlı. Hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar.”

 

Prof. Dr. Uğur Batı - Eğitmen/Yazar



 Yorumlar 
Yorum Ekle