Kendi İşini Kendin Yap

3 Kasım 2017 Cuma 09:12
5242
Okunma
3
Beğenme

İnsan psikolojisi işte. Eğer bir şeyi kendiniz yaptıysanız, değeri gözünüzde daha büyük oluyor. İster yeni aldığınız ofis sandalyesini monte edin, ister hazır yazılımları kullanarak bir web sitesi açın.
Bir işi hakkını vererek halletmenin verdiği güzel bir tamamlanmışlık duygusu... Dizginleri elimizde tuttuğumuz hissi… Kendi işini kendin yapmanın ödülü, böyle tatlı tatlı ruh halleri.

Bulunduğunuz yere kendi emeğinizle geldiniz. Kendi kendinizin patronu oldunuz. Kontrol sizde. İş hayatında durum bu olunca, önemli işleri başkasına emanet etmekten kaçınmanız gayet anlaşılır. Ne de olsa, tam güvenemediğimiz birine iş emanet edip karın ağrıları çekeceğinize, iç huzuruyla kendiniz yaparsınız daha iyi. Zaman harcarsınız, ama değer. 

Kendi işini kendi yapmak, iş dünyasında son dönemlerde online başarıya giden en hızlı yöntem olarak görülüyor. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde patronlar, internette aktif olmanın ne olduğunu ilk elden öğrenmeye çalışıyorlar. Ne de olsa, tüketiciyle olan iletişimi, şirket gemisinin rotasına uydurmak esas onların önceliği.

Merak iyidir

Bunu yapmak için internet teknolojileri ve mekanizmaları hakkında çok bilgili olmaya, bir sürü terim bilmeye gerek yok. Gerekli olan şey “merak”. Özünde öğrenmeye açık, meraklı bir işletme sahibi, internet araçlarının ve sosyal platformların nasıl çalıştığını hızla kavrar ve şirketin online iletişimi için direksiyon başına rahatça geçebilir.
İşi verdikleri “uzmanları” denetlemeyi, eleştirmeyi ve sonuç odaklı çalıştırmayı da kolayca başarırlar.

Kaldı ki, şirketin online medyadaki yüzünü yöneten veya en azından denetleyebilen yönetici, daha gerçekçi beklentilere sahip olur ve başarıya götürecek emeği çok daha net görür. Sonuçta internet, mucize ilaç değil. İş yapış platformlarından sadece biri. Bu tip yöneticierin, web sitesi yayına alınır alınmaz ziyaretçilerle dolacağına, online satışların patlayacağına dair gereksiz ısrarları olmaz, canları boş yere sıkılmaz.

Sabır iyidir

“Sabrın sonu selamettir” internetteki maceramız için de gayet geçerli bir atasözümüz. İyi düşünülmüş bir strateji çerçevesinde küçük ama ölçülebilir taktiklerle ilerlersek belli bir zaman sonra mutlaka sonuç alırız. Hemen değil ama.

Şimdi , gözünüzün önüne bir büyük bir de küçük hedef getirin.
İnternet kullanıcısı markanızı, ürün gamınızı vb Google’da arayacak. Sitenize gelecek, inceleyecek. Sepete atacak. Siparişi verecek ve satış!!! İşte bu büyük hedef.

Bir de küçük hedefler var. Birileri markanızı Facebook’ta görecek, mesajınızı Twitter’da arkadaşıyla paylaşacak, attığınız e-postadaki linke tıklayacak vb. Günümüzü çıfıt çarşısı internet ortamında bu kadarcık bir etkileşim bile kazanç sayılır. Tek kuruş harcamadan birinin dikkatini çektiniz ve markanızla iletişim kurdurdunuz. İşte bu küçük hedefleri başardıkça, gerisi gelecek, sonunda da büyük hedefe ulaşacaksınız.

Tutarlılık da iyidir

Bu işlere ne kadar zaman ayırmak gerek? Bu kendinize yöneltmeniz gereken bir soru. Dijital mecraya gerekli zamanı ayıracak kadar güveniyor muyum, şirketimi büyütmeme yardımcı olacağına gönülden inanıyor muyum?

Eğer cevabınız “Eh işte” ise, yani beklentiniz pek de yüksek değilse, online’dan gelen her satış şirketiniz için ikramiye sayılır. Bunda bir sorun yok. Ancak, dijtal dünya, şirketinizin hakettiğince yer alacağı, hem tanıtım hem satış için sağlam bir kaynak olsun istiyorsanız, günde en az 1 saatinizi ayırmak için kolları sıvayın.

Bunun için tüm iş başa mı düşecek? Yoksa yeterli insan kaynağınız var mı? Veya işi  dışarıdan bir ajansa mı vereceksiniz? Bu alternatif pahalıysa, ekip içinden kime güvenebilirsiniz? Bir sürü soru var yanıt bekleyen. Yanıt ne olursa olsun, unutmayın, iş yine dönüp dolaşıp size gelecek. Çünkü içerde veya dışarda birini denetleyip iş hedeflerinize yönlendirmek sizin öğrenme aşkınızla bağlantılı.

Püf noktası “tutarlılık”. Yani başladığınızda devamı gelsin, belli bir sıklıkta ve tutarlı biçimde kaliteli içerik üreterek gelsin.

Ne sıklıkta?

Kimi günde 10 kere diyor, kimi haftada 2 yeter… Sosyal medyada gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor. Çok post atacağım derken de kaliteden feda edilebiliyor, kullanıcının sabrı zorlanabiliyor. Karışık görünüyor.

Sıklık sorusunun basit bir yanıtı var aslında: Kaliteli içerik ürettikçe post girmelisiniz. Yani, Youtube’a her hafta yeni video yükleyecek içeriğiniz yoksa ne gam. İki ayda bir olsun ama kaliteli olsun.

Nerelerde?

Kesinlikle heryerde olmak zorunda değilsiniz. Hepsinde başlayıp, çabuk yorulacağınıza, az sayıda platformda başlayıp, tutarlı biçimde yola devam etmek çok daha iyi.

Her yaştan müşteriniz var ve;

  • Ürünlerinizi yazı ile anlatmanız kolay ama her gün yazacak haliniz yoksa: Facebook sizin için iyi. Haftada iki kere yazın ve işletmenizle ilgilenen fanlarınızın sorularını yanıtlamayı aksatmayın yeter.
  • Ne metin, ne fotoğraf. Video, ürünlerinizin faydasını en iyi anlatacak araçsa; o zaman YouTube’dasınız.

Diyelim ki sadece gençlere sesleniyorsunuz,

  • Instagram’dan şaşmayın, Bolca güzel fotoğraf paylaşın ve hergün takipçilerinizle iletişim kurun.
  • Pek fotoğraflık bir işiniz yok, ama hergün yazacak mevzunuz varsa, Twitter’da olun.

İşiniz direkt tüketiciyle değil, diğer şirketlerle ise;

  • Sektördeki insanlar internette bolca yazıyor ve içinde bulunmanızın iyi olacağı sektörel gruplar varsa; adres Linkedin.

Kendi işini kendi yapmanın keyfine vardığınız başarılı bir online maceranız olsun.

 

Oya Yaşayan - Dijital Pazarlama ve E-Ticaret Uzmanı



 Yorumlar 
Yorum Ekle